“İNSAN” AYAK İZİ

“İNSAN” AYAK İZİ

İnsanoğlu Aya çıktığında, Ay yüzeyinde bıraktığı ilk iz, Astronotların ayak izleri idi. Hatta bu ayak izinin
fotoğrafı ve video görüntüleri medyada değişik amaçlar için oldukça fazla kullanıldı. Bu görüntüye
hepimiz aşina olduk. İnsanın eylemselliğinin, yaşadığı ortamda mutlaka bir “iz” bıraktığını kavrar
olduk.
Eski çağlarda yaşayan insanlar doğal ortamlardan, sürdürülebilirlik kavramının nimetlerinden
faydalanarak yaşayabildi, zira insan nüfusu az, doğal bitkisel ve hayvansal popülasyon yoğunluğu ise
çoktu. Doğanın kendi kendini yenileme kapasitesi binlerce yıllık süreçler içerisinde nüfusun yavaşta
olsa devamlılığını sağladı. İnsanlığın tarım toplumuna ve akabinde yerleşik düzene geçiş evresi, ister
istemez doğal kaynakların kullanımını artırdı. Bir evin inşası için gereklilikten tutunda, tarımsal
aletlerin yapımına kadar ki süreçte hammaddeden ürüne hep doğal kaynaklar kullanıldı. Tarım
toplumundan, sanayi toplumuna geçiş evresinde ise gerek nüfusun artışı, gerekse yaşamsal
ihtiyaçların artışı doğal kaynakların hunharca kullanılmasını beraberinde getirdi. Bertaraf edilemeyen
her türlü atık oluşumları, insan hayatını olumsuz etkilemeye başladı. Önlem alma ihtiyacı duyuldu.
Zira atıklardan kaynaklanan salgın hastalıklar ve toplu ölümler başlamıştı.
İnsanoğlunun gelişim sürecinin en basit ve kısa özeti sonrasında, yaşadığımız dünya ile ilgili birkaç
veriyi ayrıca paylaşmak isterim.
Dünyanın ölçülmeye başlandığı ilk günlerden itibaren ortalama sıcaklığı 14 C derecedir. Bakterilerin
aktif hale gelme sıcaklığı 13 C derecedir. Sanayi toplumu öncesinde atmosferdeki Karbondioksit
konsantrasyonu 280 ppm dir.
2020 yılı itibari ile bu veriler; Dünyanın ortalama sıcaklığı 15.2 C derece, Atmosferdeki Karbondioksit
konsantrasyonu ise 394 ppm olarak ölçülmektedir. 2022 yılında ölçülen değer ise 412 ppm’dir. Paris
iklim değişikliği anlaşmasında hedeflenen 2 C derece ortalama sıcaklık artışı değerine ulaşıldığında
atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonunun 450 ppm olacağı öngörülmektedir. Kritik eşik
değerlerine çok yaklaşılmıştır!
Sanayi toplumuna geçişin en önemli parametresi bilindiği üzere “fosil yakıt kaynaklı enerji” üretimidir.
Enerji üretimi için kullanılan fosil yakıtların en önemli atığı ise havaya verilen emisyonlardır. Hava
kirletici kaynakların, faaliyetlerine son verildiğinde, en geç 2 ay içerisinde havaya verdikleri
emisyonlardan kaynaklanan olumsuz etkilerin yok olduğunu tespit ediyoruz. Havaya verilen
emisyonlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde, özellikle iki tanesinin atmosferde birikme özelliği
vardır. Bunlar Karbondioksit ve Metandır. Bu iki gaz ve daha düşük oranda da olsa diğer gazlar
Atmosferde sera etkisinin oluşmasına, yani güneş ışığının yansımasına engel olmasına ve dünyanın
ortalama sıcaklığının yükseltmesine sebep olmaktadır.
Türkiye’nin ortalama sıcaklığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından ölçülen verilerin istatistiki
değerlendirmeler sonrasında, sürekli bir artış eğiliminde olduğu tespit edilmiş olup, 1970 li yıllarda
12.8 C derece olan ortalama sıcaklığın günümüzde 14.1 C dereceye ulaştığı verisi paylaşılmaktadır.
Türkiye’nin ortalama sıcaklığı her ne kadar 14.1 C derece olarak paylaşılsa da, konuyu il bazlı
değerlendirdiğimizde ise bu değer örneğin İstanbul’da 18 C derece iken, Antalya’da 22 C derecedir.

Dünyanın ortalama sıcaklığının yükselme sebebinin atmosfere verilen emisyonlar sonucu meydana
gelen sera etkisi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu gerçeklik, yani Dünyanın ortalama sıcaklığının
yükselmesi, günümüzde “iklim değişikliği” olarak adlandırılan, ancak iklim değişikliği ile birlikte
beraberinde pek çok acilen önlem alınması gereken konuyu getiren, insan hayatını ve sosyolojisini
olumsuz yönde değiştiren sorunlar manzumesini gelecek yıllar için maalesef önümüze koymaktadır.
Bunlar;
1- Mikroorganizmaların uygun sıcaklık ve yeterli besi maddesinin doğal ortamlarda özellikle
sucul alanlarda yeterli miktarda bulunmasından dolayı su ekosistemlerinde olağanüstü çok
hücreli canlı gelişimi sonucu oksijen tüketiminin artması, Oksijenin sucul sistemlerde
tükenmesi neticesinde kullanılamaz hale gelmesi ve çok hücreli (yüksek) canlıların ölümleri,
su kaynaklarının ihtiyaçlar için kullanılamaz hale gelmesi,
2- Yüksek ortalama sıcaklıklar ve alıcı ortamdaki yeterli besi maddesi sebebi ile biyolojik
aktivitenin vereceği reaksiyonun önceden kestirilememesi, salgın hastalık riskinin özellikle
kuzey yarım kürede artması,
3- Denizlerdeki akıntıların yön değiştirmesi, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi,
sahil şeritlerinde su basması, ana karalarda İklimsel anomaliler yaşanması, yüksek yağış
şiddetleri sebebi ile her ne kadar mühendislik kabulleri ile alt yapınızı yapmış olsanız bile sel
ve taşkınlardaki artış, can ve mal güvenliği kaybı,
4- Kuraklık sebebi ile orman alanlarında meydana gelen yangınlar ve tarım alanlarının elden
çıkarılması,
5- Gıda Kıtlığı,
6- İklim değişikliği sebebi ile göçler,
Olarak birkaç önemli sorun olarak ifade edebiliriz.
DÜNYA DEVLETLERİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KARŞI NE YAPIYOR?
Dünyada yaşanmakta olan, dünyayı yaşanamaz hale getirecek olan ve gelmekte olan felaketlerin
farkına varan Dünya devletleri, uzun yıllardır yürüttükleri çalışmalar ile İklim değişikliğine karşı gerekli
önlemleri almak üzere harekete geçtiler, aksiyon planlarını belirlediler ve Paris İklim Değişikliği
anlaşmasının altına imza koydular. Ülkemiz de 6 Kasım 2021 tarihi itibari ile bu anlaşmanın bir tarafı
oldu.
İklim değişikliğine sebep olan ve değişim sebebi ile karşılaşılması muhtemel sorunların alınacak lokal
tedbirlerle çözülemeyeceğini gören yöneticiler, süreci birlikte hareketle ve iktisadi yöntemlerle
çözmeye karar verdiler. Bu kapsamda ekonomide “Dışsallık” kavramı içerisinde yer alan, basit bir dille
ekonomik bir değer ifade etmeyen ve atmosfere verilen emisyonları, geliştirdikleri bir model ile
ekonomik parametreler içerisine alarak, önce kontrol altına almak ve sonrasında finansal-vergisel
uygulamalar ile azaltmak üzerine planlama yaptılar. Son zamanlarda medya dahil değişik kaynaklarda
sıkça duyulan karbon ayak izi, karbon vergisi, karbon borsası gibi terimler, esas itibari ile bu modelin
temel argümanlarıdır.
Bu modeldeki amaç; sürekli maliyet baskısı altında üretim yapan ve yüksek enerji ihtiyacına sahip
fosil yakıt kullanan sektörlerin, finansal ve vergisel uygulamalar ile fosil yakıt kaynaklı enerji
üretiminden, yenilenebilir enerji kaynaklarına dönmesini sağlamak, yenilenebilir enerjiye dönüşüm
yapmayanlara özellikle ihracat yapan kesime vergi uygulayarak piyasada rekabet edemez hale
getirmek, fosil yakıtla üretim yapmaya mecbur olanların ise karbon borsasından sertifika temin
ederek ancak faaliyetlerine devam edebilme imkanı vermek üzerine kurulu bir sistem oluşturmaktır.

“Yeşil mutabakat” olarak adlandırılan ve esas itibari ile bu modeli uygulamaya karar vermiş olan
Avrupa Birliği Devletlerinin kendi aralarında kurduğu ve emisyon azaltıcı tüm tedbirlerin sağlanacak
finansal desteklerle uygulanmasına karar verildiği ve uygulandığı, uygulamayanların ise finansal ve
vergisel yaptırımlarla baş başa kalacağı bir konsensüstür.
PEKİ TÜRKİYE NE YAPMALIDIR ?
Paris İklim Değişikliği Anlaşmasına taraf olan Türkiye, karbon nötr hedefine ulaşmak üzere 2053 yılını
kendine hedef koymuştur. Ülkemiz için 2030 yılına esas yapılan bir projeksiyonda atmosfere
vereceğimiz CO2 miktarının 1340 milyon kg/yıl olacağı hesaplanmıştır. Türkiye, bu sene Mısır – Sharm
El Shaik’te düzenlenen COP 27 de bu miktarı 780 milyon kg/yıla düşüreceğini taahhüt etmiştir.
Taahhüt edilen miktar günümüzde havaya verilen emisyonun yaklaşık 1,5 katı olsa da, tüm sektörlerin
mevcut ekonomik sistem içerisinde sürekliliğini sağlanabilmesi amacı ile katılım sağlayacağı “yeşil
dönüşüm”ü hayata geçirmek için ihtiyaç duyulacak toplam yatırım tutarı yaklaşık olarak 250 milyar
dolar mertebesindedir. Bir başka deyişle Türkiye 2030 yılına kadar yeşil dönüşüm hedeflerine ulaşmak
için bütçesine her yıl 30-35 milyar dolar civarında bir finansmanı koymak zorundadır. Öncelikle
Ülkemizde yaşayan herkesin sormak zorunda olduğu soru budur! Bu kaynak nereden ve kimden tahsil
edilecektir?
Bu kaynak iklim değişikliğine sebep olan ülkelerden mi tazmin edilecektir? Bu kaynak iklim
değişikliğine sebep olan sektörlerden mi temin edilecektir? Yoksa bu kaynak halktan doğrudan yada
dolaylı vergiler yolu ile tahsil mi edilecektir? COP 27 de de benzerleri sorulan bu soruların cevabının,
Ülkemiz makamları tarafından acilen verilmesi beklenmektedir!
Ülkemizin Paris İklim Değişikliği Anlaşmasına taraf olmasından sonra, Şubat 2022 de Çevre, Şehircilik
ve İklim Değişikliği Bakanlığımız tarafından Konya’da İklim Şurası toplanmıştır. Şuranın amacı;
hazırlanması planlanan “İklim Kanununun” temel altlıklarının oluşturulması esasına dayanmaktadır.
İklim Kanunu çalışmalarının, temel altlığını oluşturacak olan sonuç bildirgesi yayınlanmış olup, İklim
Kanunu çalışmalarının Bakanlık nezdinde yürütüldüğü bilinmektedir. Ülkemizde yayınlanmasını takip
ettiğimiz İklim Kanunu ve buna bağlı yönetmeliklerin, esasen yukarıda sormuş olduğumuz soruların
cevaplarını içerecek şekilde vücut bulması beklenmektedir.
YEŞİL MUTABAKAT SÜRECİNDE ŞİRKETLERİMİZ NE YAPMALIDIR?
İhracatının % 56 sını AB ülkelerine yapan Ülkemizin, ihracatta devamlılığını sağlayabilmesi için yeşil
mutabakat süreçlerine uyum sağlama noktasında hareket etme zorunluluğu apaçık ortadadır. Siyaset
kurumunun yeşil mutabakat sürecine uyum sağlamak için gerekli adımları atmak noktasında kararlı
bir duruş sergilediği görülmektedir.
Yeşil mutabakat süreci, sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için sürekli takip ve raporlama sistemleri
üzerine mevzuat alt yapısını oluşturmaktadır. Şirketlerimiz az sonra muhasebe kaydı tutar gibi
çevresel sürdürülebilirlik raporları hazırlayarak dijital ortamda kayıt tutar hale gelecek, cezai
müeyyidelerle birlikte anlık kontrol ve denetim mekanizması içerisinde yer alacaklardır. Yeşil
Dönüşüm Çalışma sistemini kuramayan şirketler ekonomik sistem dışına itilecektir.
Özellikle belirtmek isterim ki Karbon kirliliğine sebep olan sektörlerin acilen öncelikle enerji verimliliği
uygulamaları ile enerji tüketimlerini % 30 mertebesinde azaltmaları, akabinde yeşil enerjiye dönüş
projelerini gerçekleştirerek karbon nötr olma yolunda hızla mesafe kat etmeleri gerekmektedir. Enerji
verimliliğini sağlayan işletmeler, kullandıkları enerji oranında yeşil yatırım yaparak faaliyetlerini

sürdürmelidir. Yeşil enerjiye dönüş, enerji verimliliği sağlayamayan işletmelerin kayıplarına karşılık
inşa edilmemelidir.

SON SÖZ
Doğduğunda içine oksijeni çekerek meydana gelen ciğerlerdeki yanma sonucu, havaya karbondioksit
veren her canlının, Dünyamızın doğal dengesini korumak için elinden geleni, “koruma kullanma
dengesi” içerisinde yapmak zorunda olduğu bilincinde yaşamalıyız.
Gerçekleşmeyi planladığımız faaliyetler neticesinde gerçekte bıraktığımız “iz”ler, insanın “ayak izi”
dir!
Unutmayalım!
Dünyamıza en yakın ve Dünyadakine benzer yaşama koşullarının olma olasılığına sahip galaksi
yüzlerce ışık yılı ötede! Dünya Samanyolu Galaksisinde bizim hapishanemiz ve kısa sürelerde
gidebileceğimiz bir gezegen yok! Onu cennete de çevirebiliriz, cehenneme de! Karar sizin! Bu sizin
elinizde…

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.